

Geçen hafta Urfa’daydım. Gitmeden önce çok heyecanlıydım, çünkü görmeyeli 3 yıl olmuştu. Çok özlemiştim. Astor turizm otobüsü ile Akabe’den Urfa’ya doğru akarken, şehrin ön yüzündeki evler görünmeye başladı, şehrin üstünde bir toz bulutu, bir duman vardı, bu bana, çocukluğum ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği Ceylanpınar’ı hatırlattı, öğleden sonra Urfa’dan dönen Ceylanpınar otobüsü Kepez’den baş aşağı olunca rüzgâr, Suriye’nin Resulayn kasabasıyla hudut boyunda kucaklaşmış Ceylanpınar ‘da yaz sıcağını yüzümüze savururdu. Kasaba, kerpiçten yapılmış küme evleri gibi karşımızda olurdu, onu hatırladım, uzun zamandır gitmemiştim, Urfa merkezde inmeden önce Karaköprü”ye geçtim. Burayı Bu kez daha farklı buldum, öncelikle inşaat sektörü çok gelişmiş. Karaköprü’de yapılan yüzlerce çok katlı binalar, ilçeyi beton yığını haline getirmiş, daire fiyatları 4-5 milyona ulaşmıştır. İlçe nüfusu 300 bini geçmiş, inanın evimi bile bulmakta zorluk çektim, daha önce şehir merkeziyle 4 km. olan mesafe, yerleşim yerlerinin çoğalmasıyla birlikte birleşmiş durumda. Urfa merkezden ilçeye göç devam ederken, ilçede bir şehir havası göremedim, birbirine geçmiş çok katlı yeni binalar, hava akımını bile kesmiş, Karaköprü’de dere yatağına bile yapılmış onlarca binayı görünce şok oldum, çünkü bu dere, bölgeyi selden korumak için bir cankurtarandı, onu bile satmışlar, İlçenin çarşısı yok, işyerleri, hastaneler, bankalar, kamu kuruluşları, değişik yerlere serpiştirilmiş, ancak ulaşım yönünden de sıkıntı var, çünkü evler, çevrede tüm tepelere yayılmış,yakın köylerle birleşerek bir bütün oluşturmuşlar. İlçede yüzlerce dönüm bağ, bahçe, fistıklık, zeytinlik, tahıl ekilen yerler yok edilerek, bir beton kent yaratılmış. Uzaktan bakınca uydu kent yığınını andırıyor. İlçeden yeşil bir alan arıyorsun, ne yazık ki her karış toprağı betonla kapatmışlar, daha önce bir köy olan Karaköprü, Urfa merkezle birleşmiş durumda. Karaköprü ‘de 5 yıl çalıştığım ilkokulu ziyâret ettim,birlikte çalıştığım arkadaşlardan bazılarını görme fırsatı buldum. Urfa merkeze gelince, çok farklı bir Urfa’yla karşılaştım. Çarşıya inince ilk önce aşağı Çarşıya giderek başta Haşimiye Meydanı, Arap Meydanı, Gümrük Hanı, Balıklıgöl’ü gezdim, değişen bir şey görmedim, her
yine eskisi gibiydi, Balıklıgöl’de yine tadilat vardı, her nedense buranın tadilatı bir türlü bitmedi, yetkililerin sürekli turizm kenti olarak tanıttıkları bu şehirde hiç bir yabancı turiste rastlamadım, sürekli tadilat yapılan, bakımsız olan bu yerlere turist niye gelsin ki? Şehirin ortasından geçen Karakoyun deresi yine eskisi gibi, dereden akan kanalizasyon sularının yaydığı pis kokuları hissetmemek mümkün değil, Urfa’nın en önemli sorunu olan bu derenin ıslah edilmesi ve pis su yerine, temiz suyun akması için seçimlerde verilen sözler ne yazık ki hiç bir zaman tutulmadı, özellikle AKP döneminde yıllardır şehirde gözle görünür bir çalışma yok, Belediye Başkanı Z.Abidin Beyazgül, ne yazık ki Urfa’yı büyük bir kasaba görünümünden kurtaramamıştır. Merkez nüfusu 900 bini bulan ve Büyükşehir olmuş bir şehir, bunu hak etmiyor. Konuştuğum insanlar hiç de memnun değil, iki gün önce yine çocukluk arkadaşım Kavas Altınay ile birlikte Haşimiye Meydanı ve civarını gezmiştik, buraların tamamı vakıfa ait tarihi yapılar olduğu için, hiç bir değişiklik yoktu, sadece esnaf el değiştirmişti, Aşağı Çarşı ve civarı başta olmak üzere şehir 8-9 yıldır tamamen Suriyeliler tarafından işgal edilmiş durumda, her adımda Suriyeli var, kenar mahallelerin hepsinde çoğunluktalar. Çarşıda insanlar yürürken türkçe veya kürtçe konuşanların sayısı çok az , çünkü her on kişiden en az altısı, yedisi Suriyeli ve arapça konuşuyor, ekonomi sektörünü onlar işletiyor, lokantalar, pastaneler, toptancılar, çerezciler, tatlıcılar, Kapaklı pasajındaki telefoncular, kuyumcuların büyük bir kısmı Suriyeli, kısaca her alanda yerleşik olmuşlar, şehirde bir Suriye hakimiyeti var, zaten bunlara TC kimliğiyle vatandaşlık da verilmiş, yani onlar artık bizim vatandaşımız, bizlerden biri olmuşlar, çünkü ev almış, araba almış, iş yeri açmışlar, kız almışlar, kız vermişler, akraba olmuşlar. Mezopotamya’nın bereketli topraklarında gelenekleri ve kültürleri biribirine yakın olan bu insanlar, aynı kaderi de paylaşmaya ortak olmuşlar, ancak yerli halk onlardan hoşnut değil, gençleri gruplar halinde sürekli kavgalar çıkararak vatandaşın huzurunu kaçırmaktadır, bu nedenle Suriyeliler, devamlı bir problem unsuru olmuşlar, bunu bilen Suriyeliler”Bize kızmanıza gerek yok, bizimle yaşamaktan memnun değilseniz başka şehirlere gidin, sizi Urfa’da zorla tutan mı var?”sözünü arsızca diyecek kadar da kendilerini ev sahibi olarak görüyorlar. Yıllar önce bir kaç kez Halep’e gitmiştim, kendimi yine orada sandım. çünkü arap kültürü ve geleneğini burada da görmek çok mümkün. Ancak Urfa ekonomisine de büyük katkıları var, gerek iş gücüyle ve gerek sermayeleriyle yaşam savaşı veriyorlar. Eskiden esnafın çoğunu şahsen de olsa tanırdım, bu kez hiç bir tanıdık yüz bulamadım. O güzel insanların bir kısmı, o güzel atlara binip gitmişti belkide. Şehirde gezerken bir turist gibi gezdim, yabancı bir ülkedeydim sanki. Ramazan ayı olduğu için, insanlar oruç tutuyor, Esnafın büyük bölümü öğleye kadar kapalı. Sokakta, caddede, asla sigara içen, bir şeyler yiyen birini görmedim, herkes oruçluymuş gibi bir hava var, burdaki durumu; Oruç tutmayan insanların, oruç tutanlara olan saygısından olabilir. Oruç olmayanlar bile açıkta yemiyor, içmiyor, belki de tepkiden çekiniyorlar. şehirde tam bir oruç havası hakim, her zaman söylediğim bir söz vardır, Ramazan ayını, bu kutsal ibadeti iliklerine kadar yaşayacaksan git Urfa’da oruç tut! esnafın bir çoğu kapalı, özellikle fırınlar kapalı, gündüz bir sessizlik içinde olan şehir, akşama doğru herkeste bir hareketlilik başlıyor, akşam iftardan önce pide fırınlarında korkunç bir tepsi yemek trafiği var, onlarca lahmacun, tepsi kebabı, çeşitli yemekler pişirilmeyi beklerken, tırnaklı ekmek ve açık lavaş ekmeğinin kokusuyla birlikte mahalleye dağılıyor, kaldırımlarda hazırlık yapan ciğerciler , kadayıfçılar, meyan kökü ve limon şerbeti satıcıları, sokak aralarında, cadde kenarlarındaki seyyar tatlıcılar ,seyyar satıcılar şehire ve Ramazan ayının ahengine renk katıyorlar. Mahallelerde yine onlar çoğunlukta, özellikle kenar daki gecekondu semtlerinde yine onlar hâkim, Suriyelilerin gelmesiyle birlikte merkez Haliliye ve Eyyübiye ilçelerinde yapılan binlerce gecekondu, Şanlıurfa’yı belki de dünyanın en büyük gecekondusuna sahip bir şehir hâline getirmiştir. Gecekondu mahallerinde sokaklar Suriyeli çocuklardan geçilmiyor, doğum oranı çok yüksek, ilk sırada. Aileler çok kalabalık, çok gürültülü yaşıyorlar, akşamları gecekondularında yüksek sesle konuşurken veya telefon ederken herkesin duyması mümkün, babamın daha önce yaşadığı eve gittim, annem ve babamı son 5 yılda kaybetmiştim, evde kimse yaşamıyordu, benim de daha önce uzun yıllar yaşadığım bu evde bir gece kalmak istedim, akşam iftardan sonra sokaklar çocuklardan geçilmiyor, eskiden oyun oynarken kürtçe veye türkçe bağrışan çocukların sesini duyarken, bu kez daha çok arapça bağrışan çocuk sesleri duydum. çocukların bu oyunları gece yarısına kadar devam ederken, büyüklerinin de avludaki yüksek sesle olan konuşmalarını dinlemek zorunda kaldım. Mahalleyi, sokağı gezdim, daha önce onlarca konu komşu, tanıdık varken, bu kez bir tek tanıdık bulamadım, dış kapılar açılırken eski komşularımı beklerken, hiç görmediğim yüzlerle karşılaştım. Herkes Suriyeli, babamın avlusunda oturan bir aile vardı, tanışmak istedim, meğer onlar da Suriyeli imiş, 9 yıldır babamın evinde oturuyorlarmış, Afrin’den gelmişler. Yine sokaklarda karton, hurda toplayan kadınlar gördüm, Bunlar çocuklarını bir sebze kasasına koymuş Suriyeli kadınlar! şehirde gezerken çok sayıda dilenci var, bunlar kadınlar va çocuklar, çoğunluğu yine Suriyeli, bir çoğu çocuklarını okula bile göndermiyor, düşük ücretlerle orda burda çalışıyorlar, Ülke sıralamasında eğitim seviyesinin son sıralarda olduğu bu şehirde, çocukların başka işlerde çalıştırılmaları da olumsuz bir etkendir. Yerli halkın bir kesimi başka illere göç etmiş, kalan kesimi de yaşantılarını alt üst bu karmaşık yaşam biçimine ayak uydurmaya çalışıyor. Gördüğüm kadarıyla su başlarını Suriyeliler tutmuş, bu nüfus artışıyla giderse önümüzdeki seçimlerde Suriyelilerden milletvekili, belediye başkanı, muhtar gibi yöneticilerin çıkması kaçınılmaz olacaktır, büyük çoğunluğu arap kökenli olan Suriyeliler, hangi partiyi, hangi adayı desteklerse, onun kazanacağı büyük olasılıktır. Şehirde gezmek çok yorucu, çünkü çok kalabalık, nüfus ikiye katlanmış, sokaklar,caddeler her yer insan kaynıyor, özellikle çocuklar! Şehir trafiği çok kötü, şehirin, Abide’den balıklı yola giden tek bir yolu var, çok dar bir yol, sabah ve akşam saatlerinde tam bir kitlenme oluyor, Ciddi anlamda belediye hizmetlerini göremedim, temizlik yok, kenar mahallelerde biriken çöpler, çok kötü bir koku yayıyor, alt yapı yetersiz, yağmur yağdığında biriken sular, şehir merkezinde başta iş yerleri ve evleri basarak maddi zarar veriyor. Temizlik ve alt yapı, Urfa’nın kanayan yarasıdır, 20 yıldır yeterli bir çözüm üretemediler. Halk ekonomik olarak ülkenin her yerinde olduğu gibi burda da yoksulluğu, geçim sıkıntısını iliklerine kadar yaşıyor, sosyal yardımlarla ayakta durmaya çalışıyor. Herkes mevcut iktidardan şikayetçi ancak, geçmişte yapılan seçim sonuçlarına bakılırsa, iktidarın en çok oy aldığı illerden biridir Urfa. Bu yaman çelişkiyi anlamak mümkün değil. AKP burdan 8 vekil çıkarmasına rağmen, vatandaş hiç birini görmediği gibi, adlarını sorsan üç vekilin adını sayamazlar. Yıllardır enerji sorunun olduğu bu ilde, her gün yapılan kesintiler nedeniyle esnaf iş yapamaz duruma gelmiş. Başta enerji sorunu olmak üzere Urfa’nın tüm sorunlarını gerek meclis kürsüsünde ve gerek medyada dile getiren aslen Urfalı olan İstanbul milletvekili Sayın MAHMUT TANAL, Urfalı hemşerilerinin büyük takdirini almış, herkes övgüyle onu konuşuyor. İşsizlik, ülke genelinde olduğu gibi burda da zirve yapmış durumda, çalışanlar genelde sigortasız ve düşük ücretlerle çalışmak zorundalar. Çarşıda şık giyinmiş sakallı Suriyeli gençleri ve yine güzel giyinmiş Suriyeli kızları Bizim Topçu Meydanı dediğimiz meydanda, eski 11 Nisan stadyumun yerine yapılmış parkta görmek mümkün. Gezmeyi, eğlenmeyi, özellikle yüksek sesle ve çok konuşmayı seviyorlar, Şehirin genel yapısında önemli bir değişim görmedim, oto galericiler sitesi yıkılıp şehir dışındaki organize sanayi bölgesine taşınmış. Köprübaşı’ndaki belediye binası yıkılmış, Bamya Suyu mahallesinde yapılan çok katlı binaya taşınmış. Halepli Bahçede büyük bir park ve ortasında görkemli bir arkeolojik müze binası yapılmış, Kızılkoyun bölgesinde, Tılfındır Tepesinde daha önce yerleşim yeri olarak kullanılan mağaralardaki 100’e yakın Antik kaya mezarları onarılarak ışıklandırılmış, kalenin çevresi yeşil alana dönüştürülmüş. Şanlıurfa’da Gecekondulaşma sınırsız bir şekilde artmış, dağ, taş ev olmuş, belki de dünyanın en büyük gecekondu kenti Urfa olmuştur diye düşünüyorum. Buna dünyanın en büyük köyü de demek mümkün! Her şeye rağmen güzel şeylerini de unutmadım tırnaklı, açık ekmeğini, kadayıfını, lahmacununu, çiğ köftesini, taze peynirini yemeyi unutmadım, çünkü bunlar Urfa’nın vazgeçilmez unsurlarıdır, bunları yapmadan ayrılırsan, bir şeyler eksik olmuş demektir. Urfa’dan dönüş günü gelince her Urfalı gibi bir üzüntü sardı beni. 57 yılın ilk 25 yılını Ceylanpınar’da, 32 yılını Urfa merkezde geçirdiğim bu diyardan ayrılmak bana zor geldi. Kim bilir belki ne zaman gelecektim. Urfa’da kaldığım 5 günlük sürede çok mutlu oldum ancak, ayrılırken de biraz hüzünlü ayrıldım.